Ana içeriğe atla

Beyefendi

Garsonun masamıza en son gelişinden sonra, tam kırk üç dakika sessizce oturduk masada. Cam kenarındaydık ve elimizi uzatsak boğazın sularına dokunabilirdik.

Birbirimize bakmaktan imtina ediyor bakışlarımız hasbelkader birbirine değince de hızla ayırıyorduk. O, dizlerindeki peçeteyle sık sık ağzının kenarlarını siliyor bense parmağımı çatalın sapındaki işlemeler üzerinde gezdiriyordum. Boğazın karşı tarafında havai fişekler patlamaya başlayınca ikimizde kafamızı oraya çevirdik istemsiz olarak. Havai fişekleri çok severdi. Ona bak(a)madığım halde gözlerinin parladığından emindim. “Çok güzel” dedi kısık bir sesle, güzel kelimesinin –el hecesini çocukça uzatarak. Sessizliğin bozulmasını fırsat bilip “hadi söyle artık” dedim. Cümlem bittiğinde son havai fişeğin pırıltıları sönmek üzereydi. Yüzü buruştu. Artık ona bakıyordum. Ne söyleyeceğini bildiğim halde, haklı çıkmamayı dileyerek bekledim.

- Ben devam edemiyorum artık, dedi.

Kararlılığı anlaşılıyordu. Ama yine de utanıyor gibiydi. Sesi hem mahcubiyetten hem de boğazın serin esintisinden titriyordu. Sandalyemin arkasındaki ceketimi uzattım.

- Sen nasıl istersen, dedim.

Tabağına kitlenmiş ürkek bakışlarını gözlerime dikti bir anda. Gözlerini benden ayırmadan ceketimi çıplak omuzlarına atarken ses tonumda, bakışlarımda, hareketlerimde ruh halime dair bir ipucu arıyordu. Dingiliğim onu kırmış olmalıydı ki gereksiz yere sivriltti kelimelerinin ucunu.

- Başkasını seviyorum artık, dedi.

Açıklamasına aldırmadan kalktım masadan. “Ceketim sende kalabilir, iyi geceler” dedim. Hesabı kasada ödeyip çıktım restorandan. Şimdi de ben üşüyordum. Uzun süre ısınamayacağımı bilerek yürümeye başladım. Tam sokağın köşesinden dönecekken arkamdan biri seslendi, “Beyefendi” diye. Kalp atışlarım hızlanmıştı. Döndüm. Gece boyunca bizimle ilgilenen garson, elinde ceketimle bana doğru koşuyordu. Yanıma gelip hızlı hızlı soluyarak konuşmaya başladı;

- Bunu hanımefendi yolladı.
- Bir şey söylemedi mi?
- Hayır. Sadece bunu size yetiştirip yetiştiremeyeceğimi sordu.
- Peki. Lütfen benim yerime atın onu. Ya da birine verin, olur mu?

Soğuktan ürperdiğimi fark etmişti. Söylediklerime anlam veremeden yüzüme bakıyordu. Arkamı dönüp yürümeye başladım yine. Cevap vermesini beklemedim. Nasılsa atacaktı. İsteyerek ya da istemeyerek… Birkaç adımdan sonra tekrar seslendi; “Beyefendi”. Arkamı dönmeden durdum.

- Beyefendi, bunun cebinde kalbiniz var ama…

Döndüm. Gözlerimi iyice açmış ona bakıyordum.

- Bunu o mu fark etmişti?
- Hayır.

Sustum. Gözlerim dolmuş görüntüler bulanıklaşmaya başlamıştı artık. Kendimi sıktım. Geri dönüp yürümeye başladım tekrar. Garson beni durdurmaya ihtiyaç duymadan devam etti.

- Beyefendi… Bilirsiniz, kadınlar bazen fark etmezler sevildiklerini. Baktıkları yerden başka bir yerlerde daha pırıltılı bir şeyler yakaladılarsa elindekine bakmazlar bir daha. Baksalar da görmezler…

Yürümeye devam ettim. Yanaklarım ıslanmaya başlamıştı. Yutkundum.

- Atın onu lütfen. Yerini de kimseye söylemeyin.

Yorumlar

  1. masadan kalkmadan dinlemen hatta konuşmaya devam etmen daha doğru olurdu. kendin için.
    belki bunu burdan söylemenin çok kolay olduğunu düşüneceksin ama öyle değil. çünkü yaşanmışlıklar bende de var...

    YanıtlaSil
  2. bilmem. bu adam böyle yapmak istedi demek... :)
    dinlemek her zaman işe yaramıyor ayrıca. :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

O çok şanslı bir kadın

başucumdaki komodine uzanıp tabakamla gümüş çakmağımı aldım. sigara paketlerine oldum olası kılımdır. tabakalarsa her zaman daha karizmatik gelmiştir gözüme, daha erkeksi. sigaramı yakıp geri koydum yerine ikisini de, üzerlerine işlenmiş harflere kısacık bir an baktım sadece. üç tarafımdaki açık pencerelerden giren serin rüzgâr temmuzun bunaltan sıcağını hafifletmeye başladığında o girdi odaya. çırılçıplaktı. hayatımda gördüğüm en güzel vücutlardan birine sahipti. diri ve dik göğüslerinin etkisini kasıklarımda hissedebiliyordum. “camları kapatayım mı?” dediğinde hayır anlamında kafamı salladım sigaramdan derin bir nefes alırken. yatağın hemen karşısındaki boy aynasının önüne geçti. kalçaları iki iri su damlası gibiydi, kasıklarıma dayandığını düşündüm bir an. bir vücuduna bir de aynadan gözlerime bakıyordu. gözbebeklerimde hayranlığımı görmek için can atsa da istediği ışığı göremiyordu. - istiyor musun beni? - istemesem sevişmeyecek misin benimle? yüzündeki ifadeden sinirlendiğini anlı...

Veranda...

Tablama uzanıp bir sigara aldım içinden. Yanan tütünün cızırtısını duyabildiğim için sessiz yerlerde sigara içmeyi seviyorum. Yine cızırtılar eşliğinde derin bir nefes çekip hemen karşımdaki göle doğru üfledim. Duman kıvrıla kıvrıla göğe yükseldi. Göremeyinceye kadar seyrettim. Her nefesimde, ağzımdan çıkan her dumanı böyle yolculadım. Gülümsedim onlar giderken. Mutluydum. Çünkü bugün son gündü. Bu eve ilk kez sekiz yıl önce geldim. Hem de bahçesini düzenlemek için… Müşterim, yani evin eski sahibi, evi gezdiriyordu bana. Ön bahçeden sonra arka bahçeyi de görmek için bu verandaya çıktığımızda artık müşteri bendim. Adam bana bahçesinde istediklerini anlatırken birden susturup bu evi bana satmasını teklif ettim. Yüzündeki ifadeyi hiçbir ressam çizemez şimdi. Hatta en iyi fotoğraf makinesi de çekemez. Önce şaka yaptığımı sandı. Ciddiyetimin farkına varınca önce reddetti. Bir aylık bir uğraş sonunda evi bana satmaya ikna olduğunda, “neden?” dedi, “neden bu evi bu kadar çok istiyorsun?”. ...

Broşür

- Hayır, anlamıyorum, beni neden sürüklüyorsunuz peşinizden. Sevmiyorum abicim böyle klasik müzik falan, diye çemkiriyordum beni buraya zorla getiren arkadaşlarıma. Verdiğim paradan, o parayla zevk alarak yapabileceğim şeylerden tutun da arkadaşlarımın benim zevklerime vekişiliğime yaptığı baskıya kadar her şeyi malzeme yapmıştım bu çemkirişlerime. Konsere ara verilmişti. Ünlü kontrtenor Andreas Scholl ve yine ünlü piyanist Tamar Halperin kulise geçmişlerdi az önce, alkışlarla. Aslında müziğin her türlüsünü severdim ama o gün huysuzluğum üzerimdeydi. Arkadaşlarım da, durumun farkında olduklarında mı yoksa benden sıkıldıklarından mı bilmem, beni dinlemiyor kendi aralarında konserin ilk bölümünün kritiğini yapıyorlardı. Ciddiye alınmamış olmam beni iyice sinirlendirince kaldığım yerden devam ettim; - Gıy gıy gıy… İçim bayıldı. Yeter artık. Aloooo… Size diyorum! - Aslında o kadar da kötü değildir klasik müzik. Bu ince ve narin ses, hemen sağ tarafımdan geliyordu. Sinirli ve bezgin ifa...