Tablama uzanıp bir sigara aldım içinden. Yanan tütünün cızırtısını duyabildiğim için sessiz yerlerde sigara içmeyi seviyorum. Yine cızırtılar eşliğinde derin bir nefes çekip hemen karşımdaki göle doğru üfledim. Duman kıvrıla kıvrıla göğe yükseldi. Göremeyinceye kadar seyrettim. Her nefesimde, ağzımdan çıkan her dumanı böyle yolculadım. Gülümsedim onlar giderken. Mutluydum. Çünkü bugün son gündü. Bu eve ilk kez sekiz yıl önce geldim. Hem de bahçesini düzenlemek için… Müşterim, yani evin eski sahibi, evi gezdiriyordu bana. Ön bahçeden sonra arka bahçeyi de görmek için bu verandaya çıktığımızda artık müşteri bendim. Adam bana bahçesinde istediklerini anlatırken birden susturup bu evi bana satmasını teklif ettim. Yüzündeki ifadeyi hiçbir ressam çizemez şimdi. Hatta en iyi fotoğraf makinesi de çekemez. Önce şaka yaptığımı sandı. Ciddiyetimin farkına varınca önce reddetti. Bir aylık bir uğraş sonunda evi bana satmaya ikna olduğunda, “neden?” dedi, “neden bu evi bu kadar çok istiyorsun?”.
Yazın, kalan eşyalarını almak için uğradığı günlerden biriydi. Güneş yanaklarımızı ufak ufak ısırsa da hafif bir ürperti geliyordu arada. Bahçedeki ortancalar yavaştan döküyordu çiçeklerini. Eylül görmüş geçirmiş gözlerini süzerek vakur bir edayla şehrimize gireli beş gün olmuştu. Seviyordum Eylül’ü, ince belli bir kadın gibiydi; nazlı ama biraz soğuk. Saçlarımı kurulamayı bırakıp sigaramdan bir nefes daha çektim. Bornozumu çıkarıp giyinmeye başladım. Siyah pantolonumun ütüsü jilet gibiydi. Kırmızı gömleğimin manşetlerini düzgünce katlayıp amcamın fakülteden mezun olduğum zaman hediye ettiği gümüş kol düğmelerini taktım. Rugan iskarpinlerimi giyip bağcıklarını bağladım, fiyongun iki tarafı da eşit boya gelecek şekilde. Ayakkabılarımla takım kemerimi de takarken perde arasından bahçeye saldım bakışlarımı. Bizimkiler gülüşerek sofrayı kuruyordu. Yemekleri ben yapınca bu iş de onlara kalmıştı tabi. Ben yemek kokusundan kurtulayım diye duş alırken, onlar sofrayı çoktan kurmuş olmalıydı as