Ana içeriğe atla

pazar sabahı...

daha tatlı uyandırmak için bir 10 dakika kadar yaprakla gıdıklamaya çalışmıştım ama başaramadım. üzerimde mutfak önlüğüyle yatağa girip arkasından sarıldım, sürekli olarak öpüyor ve konuşuyordum ama bu da fayda etmemişti. son çare olarak annemin ben çocukken kullandığı yönteme başvurdum. burnunu sıktım!

bir hışımla doğruldu yatakta. birkaç saniyelik ayılma sürecinden sonra amansız bir yastık savaşını başlattı suratıma indirdiği darbeyle. yatak odası dar gelmişti artık, aşağı salona indik. savaş hala devam ediyor, nefes almakta güçlük çekmeye başladığımız halde kahkaha atarak kendimizi zorluyorduk. sonunda "tamam" dedi, "yoksa öleceğim, dur."

savaşı bitirdik. ben bir kanepeye attım kendimi, o karşıdakine. nefes ritmini normale getirdikten sonra kafasını bana çevirdi.

- ne bu hal?
- ne var halimde?
- pijama altının üzerine mutfak önlüğü falan. seksi olmaya mı çalışıyorsun? amacın beni mi etkilemek?

burada büyük bir kahkaha patlattı.

- yok canım, bu benim doğal halim.
- nasıl doğal halin?
- e ben doğada böyle geziyorum.
- ahaha... sen uyanamadın mı hala? nasıl bir doğaymış bu?
- gel göstereyim sana.

elinden tutup bahçeye açılan kapıya götürdüm onu. bahar gelmiş, bahçe çiçeklerle kendinden geçmişti. gazeteden yaptığım kovboy şapkasını taktım kafasına. bir de sırt çantasını verdim. "noluyor ya hu?" deyince "safariye çıkıyoruz" dedim. güldü yine, ne olacağını bekliyordu. ben de hazırlandıktan sonra kapıyı açtım.

- hadi başlıyoruz, peşimden ayrılma. çok tehlikeli olabilir.

büyük bir kahkaha daha patlatmıştı. yürümeye başladık bahçenin içine doğru. "sessiz ol dedim, "burası zehirli yılanların çayırı. hiçbirini rahatsız etmemelisin". anlam veremeyen bakışlarla baktı yüzüme, ama hala gülüyordu. yürümeye devam ettik. bir yandan da etrafı kolaçan ediyordum. o da kıkırdamaya... "Ayy" diye küçük bir çığlık attı. yüzüne bakınca;

- yok bir şey, hortuma takıldım.
- ne yaptın sen?! yılanları rahatsız ettin işte. şimdi zehir püskürtmeye başlayacaklar.

son kelime ağzımdan çıktığı an yılanlar zehirlerini püskürtmeye başlamıştı. bahçe fıskiyelerinin hepsi çalışmaya başlamış, etrafa dağılan sular güneşin altında şıkır şıkır parlıyordu. ben kolundan çekiştirip onu yılanların püskürttüğü zehirden kurtarmaya çalışırken o kahkahalarla gülüyordu. durumu çakmıştı.

zehirli yılanlardan kurtulup da daha kuru bir yere geçtiğimizde o hala gülüyordu.

- şşşşiişttt.. sessiz ol.
- ne oldu yine?
- al bu torbayı.
- ne var bunda?
- büyülü yiyecekler.
- o ne be?
- aslanlı vadiye giriyoruz şimdi. eğer aslanların saldırısına uğrarsak bunlardan yedirip kurtulacağız.

yine büyük bir kahkaha patlattı. konuşmasına izin vermeden sürükledim kolundan. ağaçların arasından yürüyorduk. ben kulak kesilmiş etrafı kolluyordum. rolüme girmiştim. o da bana gülüyordu hala;

- ya delisin sen.

deli olabilirdim evet. gülüşü beni deli edebilirdi, hayatımda bu kadar güzel gülen bir başka kadın görmemiştim.

bir anda, geldiklerini gördüm. "geliyorlar" diye haykırdım. hiçbir şey anlamamıştı.

- şimdi sessiz ol. sakın kıpırdama. buradalar ve birazdan yanımızda olacaklar. sadece büyülü yemlerini ver.

gülmeyi bırakmış olan biteni anlamaya çalışıyordu. her sabah mama verdiğim onlarca kedinin yanımıza geldiğini görünce tekrar başladı kahkahalarına. bir yandan gülüyor bir yandan da kedilere/aslanlara yem veriyorduk.

kediler mamaya daldıklarında "tamam" dedim, "hadi şimdi yemek zamanı."

göl kıyısına doğru yürümeye başladık. karşımızdaki ağaçların arkası göldü. sarılmış yürüyorduk.

- çok acıktım ben.
- tamam geldik sayılır. hemen gölün kenarında bizi bekliyor sürpriz.
- ne sürprizi?

"kendin gör" dedim. sustum, sadece sırıtıyordum. merakına yenilip önden koşmaya başladı. ağaçların arasında kaybolduktan kısa bir süre sonra ayak sesleri kesildi. sesi de çıkmayınca merak edip ben de koşmaya başladım. şu ana kadar sevinç çığlıklarıyla inletmeliydi gölü. ağaçların arasına girip göle doğru koşmaya devam ettim. bir anda, sağ tarafımdan küçük bir ses geldi ve az sonra sesin sahibi üzerime atladı.

- sen manyaksın!!!

deli gibi gülüyordu.

- asıl sen manyaksın. korkuttun beni!
- hayır hayır. ben senin yanında bir hiçim. gölün yanına çocukluğumda oynadığım gibi oyun çadırı kurmuşsun adam! manyak değil de nesin?

kucağım konuşmaya devam ediyordu. anlatırken sesi yükseliyor, gözleri kocaman açılıyor ve büyük el kol hareketleri yapıyordu. oyun çadırını görünce yaşı da küçülmüştü sanki.

beyaz çarşaflardan yaptığım oyun çadırına girdik beraber. kahvaltımızı da hazırlamıştım. önce güzelce karnımızı doyurduk. sonra çadırın önünde oturduk göle karşı.

kafası dizlerimdeydi. arada doğrulup dudaklarıma küçük ya da ateşli öpücükler konduruyor ve "seni seviyorum" diyordu.

mutluydu, mutluydum...

Yorumlar

  1. şimdi tutup bütün yazıyı koskoca duvarlara yazmak vardı.. ha yazanda vardır belki bilmiyorum ama tek bildiğim son iki kelime;

    "mutluydu, mutluydum..."

    eline sağlık, bu hakkaten hisli olmuş..

    YanıtlaSil
  2. senden bir tane klonlayabilir miyiz?:)

    YanıtlaSil
  3. @( f )( k )( h ): bunları yaşayacak biri olsa da gökdelenlere yazsak. :)) teşekkür ederim...
    @Adsız: teşekkürler... :))
    @stuven: hayır hayır, tek kalmak istiyorum. :P

    YanıtlaSil
  4. ya senin yorumlarını kale almıyorum. dkashdks

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

O çok şanslı bir kadın

başucumdaki komodine uzanıp tabakamla gümüş çakmağımı aldım. sigara paketlerine oldum olası kılımdır. tabakalarsa her zaman daha karizmatik gelmiştir gözüme, daha erkeksi. sigaramı yakıp geri koydum yerine ikisini de, üzerlerine işlenmiş harflere kısacık bir an baktım sadece. üç tarafımdaki açık pencerelerden giren serin rüzgâr temmuzun bunaltan sıcağını hafifletmeye başladığında o girdi odaya. çırılçıplaktı. hayatımda gördüğüm en güzel vücutlardan birine sahipti. diri ve dik göğüslerinin etkisini kasıklarımda hissedebiliyordum. “camları kapatayım mı?” dediğinde hayır anlamında kafamı salladım sigaramdan derin bir nefes alırken. yatağın hemen karşısındaki boy aynasının önüne geçti. kalçaları iki iri su damlası gibiydi, kasıklarıma dayandığını düşündüm bir an. bir vücuduna bir de aynadan gözlerime bakıyordu. gözbebeklerimde hayranlığımı görmek için can atsa da istediği ışığı göremiyordu. - istiyor musun beni? - istemesem sevişmeyecek misin benimle? yüzündeki ifadeden sinirlendiğini anlı

Broşür

- Hayır, anlamıyorum, beni neden sürüklüyorsunuz peşinizden. Sevmiyorum abicim böyle klasik müzik falan, diye çemkiriyordum beni buraya zorla getiren arkadaşlarıma. Verdiğim paradan, o parayla zevk alarak yapabileceğim şeylerden tutun da arkadaşlarımın benim zevklerime vekişiliğime yaptığı baskıya kadar her şeyi malzeme yapmıştım bu çemkirişlerime. Konsere ara verilmişti. Ünlü kontrtenor Andreas Scholl ve yine ünlü piyanist Tamar Halperin kulise geçmişlerdi az önce, alkışlarla. Aslında müziğin her türlüsünü severdim ama o gün huysuzluğum üzerimdeydi. Arkadaşlarım da, durumun farkında olduklarında mı yoksa benden sıkıldıklarından mı bilmem, beni dinlemiyor kendi aralarında konserin ilk bölümünün kritiğini yapıyorlardı. Ciddiye alınmamış olmam beni iyice sinirlendirince kaldığım yerden devam ettim; - Gıy gıy gıy… İçim bayıldı. Yeter artık. Aloooo… Size diyorum! - Aslında o kadar da kötü değildir klasik müzik. Bu ince ve narin ses, hemen sağ tarafımdan geliyordu. Sinirli ve bezgin ifa

Son Sardunyalar...

“Bu son nefesim” diyerek bitirmediğim her sigaramın arkasından bir tane daha yakmak zorunda kalıyorum. Kül tablasında unutup da kendiliğinden sönen sigaraları içilmiş saymıyorum çünkü. Ben, yine bu sebeple ikinci sigaramı yakarken o odaya girdi. Akşamdan beri ilk kez kafamı çevirip baktım, yüzüne değil de boşluğa bakar gibi… Üzerinde geçen yaz eteğine döktüğüm kahveyle lekelediğim maksi elbisesi vardı. Hatıralarımla veda etmek istediğini anlamak benim için pek de zor olmadı. Onu izlemeyi bırakıp yüzümü tekrar cama döndüm. _______________ _ _______________ Başka bir hayat yaşamaya karar verdiğinden habersizdim dün akşama kadar. Yemek yerken yeni planlarından bahsetmeye başladığında şaşırmayı bile beceremedim. Ben, bitmeyen bir hayatı birlikte yaşayacağımızı düşünürken o, içinde beni barındırmayan hayallerin başkahramanı ilan etmiş kendini. Kızmaya hakkım olsa bile kızamayacağımı bildiğinden mi bilinmez, sükûnetle anlattı bana bundan sonra yapmak istediklerini. Anlatırken yemek yemeğe de