Ana içeriğe atla

Son Sardunyalar...

“Bu son nefesim” diyerek bitirmediğim her sigaramın arkasından bir tane daha yakmak zorunda kalıyorum. Kül tablasında unutup da kendiliğinden sönen sigaraları içilmiş saymıyorum çünkü. Ben, yine bu sebeple ikinci sigaramı yakarken o odaya girdi. Akşamdan beri ilk kez kafamı çevirip baktım, yüzüne değil de boşluğa bakar gibi… Üzerinde geçen yaz eteğine döktüğüm kahveyle lekelediğim maksi elbisesi vardı. Hatıralarımla veda etmek istediğini anlamak benim için pek de zor olmadı. Onu izlemeyi bırakıp yüzümü tekrar cama döndüm.

_______________ _ _______________


Başka bir hayat yaşamaya karar verdiğinden habersizdim dün akşama kadar. Yemek yerken yeni planlarından bahsetmeye başladığında şaşırmayı bile beceremedim. Ben, bitmeyen bir hayatı birlikte yaşayacağımızı düşünürken o, içinde beni barındırmayan hayallerin başkahramanı ilan etmiş kendini. Kızmaya hakkım olsa bile kızamayacağımı bildiğinden mi bilinmez, sükûnetle anlattı bana bundan sonra yapmak istediklerini. Anlatırken yemek yemeğe devam ederek cümlelerinin çok da önemli olmadığına inandırmaya çalışıyordu beni. Bağırıp çağırsam, masayı devirip onu evden kovsam rahatlayacaktı aslında, ama bunu yapmayacağımı biliyordu. Bu yüzden omzundaki yük daha da artıyor; sakinliğime ayak uydurmaya, canımı yakmamaya gayret ederek içini rahatlatmaya çalışıyordu. Ben sustukça kendini daha da suçlu hissettiğini gözlerinden okuyordum.

“Yarın akşam, bu sofraya yalnız oturacaksın” dediğinde çatalı tabağın soluna, bıçağıysa sağına yaslayıp ellerini dizlerinin üzerinde kavuşturdu. Bana değil, salatanın suyunda yüzen yağ baloncuklarına bakıyordu. Amacı beni tahrik etmek, bağırıp çağırmamı sağlamaktı. Tek kelime etmeden sofradan kalktım. Dizimdeki peçeteyi masaya fırlatmam bile onun bir nebze olsun rahatlatacakken ben Tibetli bir rahip dinginliğinde hareket ediyordum. Amacım daha çok acı çekmesini sağlamak değildi, sadece başka türlü tepki vermek gelmiyordu içimden.

O, gözlerini bana yönelttiğinde ben sırtım ona dönük bir şekilde cama bakan koltuğa oturdum. Kafamı çevirirsem gözyaşlarında suretimi göreceğimi bildiğimden, onu görüş alanımdan çıkarmak daha iyi bir fikirmiş gibi gelmişti o an. Sabaha kadar kalkmadım yerimden, o eşyalarını toplamaya başladığında bile. Ki, buna kırıldığını biliyorum. Hala bana kırılma hakkını kendinde görebildiğini de…

Oda güneşin ışığıyla, kül tablası ise izmaritle dolduğunda, ben hala tek kelime etmemişken o eşyalarıyla beraber gözyaşlarını da bavuluna doldurmuştu. İstediği şeyi yapan biri neden ağlar hala anlayabilmiş değilim. Ben, hiçbir şeyi anlamlandıramadığımdan soru dahi soramazken o, istediği şeyi yaptığını halde nasıl oluyor da ağlayabiliyordu. “İstediğin gitmekse neden benim karşı koymamı bekliyorsun ki?” diyemedim, demek istemedim. Suskunluğumun daha sonraları, içki sofralarında “keşke”lerle süslenerek anlatacağım bir pişmanlık sebebine dönüşeceğini bilerek ağzımı sadece sigaramdan bir nefes için açmaya devam ettim. O kadar kırgındım ki, kendi sesimle bile tuzla buz olabilirdim.

Kül tablasında unuttuğumdan kendi kendine sönen sigarayı içilmiş sayamadığımdan, ikinci sigaramı yakarken o odaya girdi. Akşamdan beri ilk kez kafamı çevirip baktım, yüzüne değil de, boşluğa bakar gibi… Üzerinde geçen yaz eteğine döktüğüm kahveyle lekelediğim maksi elbisesi vardı. Hatıralarımla veda etmek istediğini anlamak benim için pek de zor olmadı. Onu izlemeyi bırakıp yüzümü tekrar cama döndüm.

— Akşamdan beri hiç konuşmadın, şimdi de konuşma lütfen. Konuşursan gidemeyebilirim ve hayallerimin yarım kalmasını sevmem bilirsin.
— …
— Eşyalarımı aldım. Benden bir şey kaldıysa ve seni rahatsız ederse atabilirsin. Sadece sardunyalarıma sahip çık lütfen. İki günde bir sulaman yeterli olur. Tek istediğim bu. Kendine iyi bak.

Ağzından son çıkan kelimenin ardından birkaç dakika sonra duyduğum kapı sesiyle beraber gözlerimin kinini kusmasına engel olamadım. Kırıklarımı sükûnetimle sarmaya çalışırken, içimdeki öfkeyi görmezden gelmişim meğer. Hışımla yerimden kalkıp elime geçen ne varsa etrafa fırlatmaya başladım. Biblo, vazo, saat, bardak, sandalye… En sonundan yorgun düşüp olduğum yere, dizlerimin üzerine yığıldım. Gözyaşlarım akmaya devam ettiği halde artık sesim çıkmıyordu. Çıkamıyordu.

Ne kadar süre sonra bilmiyorum, ayağa kalkacak gücü kendimde bulduğum zaman, terasa çıktım. Yan dairenin terasıyla bizimkinin ayıran taş kaplamalı duvara yaslı, ince ve uzun bir masanın üzerine dizili renk renk çiçekli sardunyalara baktım. En çok sakız olanları severdi. Aklımdan geçen önce sakız sardunyalardan başlayarak hepsini parçalamak olsa da yapamayacağımı biliyordum. Hatırlattıklarına rağmen onlarla yaşamaya alışacaktım. Götürdüklerine rağmen onsuz yaşamaya alışacağım gibi…

_______________ _ _______________


Kül tablasında unuttuğumdan kendi kendine sönen sigarayı içilmiş sayamadığımdan yaktığım ikinci sigarayı, son nefesini çektikten sonra söndürdüm. Cama bakan koltuğumda oturuyordum ve camın hemen arkası terastı. Bu evi sırf bu terasa hayran olduğu için almıştık. “Sardunyalar dikeriz saksılara. Akşamları da geçer kahve içeriz senle karşılıklı burada” diye kandırdı beni. Benim kanmaya hazır olduğumu biliyordu da gerçi. Bilmediği, bu terasta, o sardunyaların arasında öleceğiydi.

Bundan birkaç yaz önce, serin esintilerle rahatlayan sıcak bir akşamüzerinde, ben yeni kalktığımız sofrayı toplayıp gene bu koltuğu kurulmuştum, o sardunyaları suluyordu. “Yarı gölgeyi severler. Bu yüzden terasın bu tarafı cennet bunlar için. Baksana nasıl açtılar” diye anlatıyordu bana çiçeklerini yumuşacık sesiyle. Ben, yüzümde huzurlu bir tebessümle, hayran hayran dinliyordum onu, gözlerim sardunyaların yapraklarında ve çiçeklerinde gezen narin ellerinde. Üzerinde geçen yaz kahve dökerek lekelediğim maksi elbisesi vardı. Eteklerinde benden bir iz var diye giyiyordu bu elbiseyi hala, o koca lekeye rağmen. Sonra birden, hiçbir şey yokken, sigaraya uzanmak için gözümü onun üzerinden çektiğim kısacık bir anda olduğu yere yığılıp kaldı. Hastaneye giderken ambulansta “beni yalnız bırakma” diye ona yalvarırken kısık bir sesle, kesik kesik “sardunyalarım seninle kalacak” dedi.

Hastaneden eve tek döndüğüm o günden sonra, kabullenemediğim ölümünün acısını azaltmak için durumumu iyileştirmek yerine, hayatımın işleyişini daha kötüye sürüklemeyi seçtim. Ne kadar acı çekersem onun acısını o kadar az hissederdim diye düşünüyordum. Acımı başka acılarla bastıramadığım zamanlarda ise kendimi kandırma yöntemini kullanmaya başladım. Her akşam farklı bir ayrılık hikâyesi yazdım ona. Beni, ölerek terk etmeyi ona yakıştıramadığımdan kendime yeni yeni anılar yazdım her akşam. Kimi zaman beni aldatmasına izin verdim hayallerimde, kimi zaman ben onu aldattım beni bırakıp gitsin diye. Ölüm, o kadar çirkindi ki bir ayrılık nedeni olarak, hayallerimle durumu düzeltebilirim sandım. Yanılmışım. Her akşam yeni anıların eskilerini silemediğini akan gözyaşlarımın şahitliğinde teyit ettim. Ama denemekten vazgeçmedim…

Son sardunyalar da soluncaya kadar, her gün yeni bir hayal kuracağıma dair sözüm var kendime. Son sardunya, son yaprağını da yitirdiği gün benim de köklerim kuruyacak, deli esen ilk rüzgârla kendi saksımdan başka bir yere uçacaktım. Söz verdim. Hem kendime, hem ona…

Son sardunyalar, benim kurtarıcım olacak. Onlar ölünce biz yeniden doğacağız...

Yorumlar

  1. sözlükteki yazını okumuştum. acaba buraya ne zaman gelir diye merakla bekliyordum ki; gelmiş..

    sezen için, bu şarkı için dicek çok lafım yok. adamın aklını perişan eder. suratına çarpar geçmişini.. af diletir aynadaki suretinden..

    YanıtlaSil
  2. çok güzel şarkıdır cidden. ben de bayılırım...

    YanıtlaSil
  3. bide yazıyı okurken buraya takıldım;

    "Akşamdan beri hiç konuşmadın, şimdi de konuşma lütfen. Konuşursan gidemeyebilirim ve hayallerimin yarım kalmasını sevmem bilirsin. "

    nasıl bir beklentidir ki bu duyguyu bu kadar güzel açıklasın.. sen naptın be hisli.. gider ayak vurdun beni de..

    YanıtlaSil
  4. vallahi bilsem yayınlamazdım bugün. mutlu yollamak lazım seni.. :/

    YanıtlaSil
  5. yok yaaa mutluyum ondan değil :] salla sen beni.. yazmana bak..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

O çok şanslı bir kadın

başucumdaki komodine uzanıp tabakamla gümüş çakmağımı aldım. sigara paketlerine oldum olası kılımdır. tabakalarsa her zaman daha karizmatik gelmiştir gözüme, daha erkeksi. sigaramı yakıp geri koydum yerine ikisini de, üzerlerine işlenmiş harflere kısacık bir an baktım sadece. üç tarafımdaki açık pencerelerden giren serin rüzgâr temmuzun bunaltan sıcağını hafifletmeye başladığında o girdi odaya. çırılçıplaktı. hayatımda gördüğüm en güzel vücutlardan birine sahipti. diri ve dik göğüslerinin etkisini kasıklarımda hissedebiliyordum. “camları kapatayım mı?” dediğinde hayır anlamında kafamı salladım sigaramdan derin bir nefes alırken. yatağın hemen karşısındaki boy aynasının önüne geçti. kalçaları iki iri su damlası gibiydi, kasıklarıma dayandığını düşündüm bir an. bir vücuduna bir de aynadan gözlerime bakıyordu. gözbebeklerimde hayranlığımı görmek için can atsa da istediği ışığı göremiyordu. - istiyor musun beni? - istemesem sevişmeyecek misin benimle? yüzündeki ifadeden sinirlendiğini anlı

Broşür

- Hayır, anlamıyorum, beni neden sürüklüyorsunuz peşinizden. Sevmiyorum abicim böyle klasik müzik falan, diye çemkiriyordum beni buraya zorla getiren arkadaşlarıma. Verdiğim paradan, o parayla zevk alarak yapabileceğim şeylerden tutun da arkadaşlarımın benim zevklerime vekişiliğime yaptığı baskıya kadar her şeyi malzeme yapmıştım bu çemkirişlerime. Konsere ara verilmişti. Ünlü kontrtenor Andreas Scholl ve yine ünlü piyanist Tamar Halperin kulise geçmişlerdi az önce, alkışlarla. Aslında müziğin her türlüsünü severdim ama o gün huysuzluğum üzerimdeydi. Arkadaşlarım da, durumun farkında olduklarında mı yoksa benden sıkıldıklarından mı bilmem, beni dinlemiyor kendi aralarında konserin ilk bölümünün kritiğini yapıyorlardı. Ciddiye alınmamış olmam beni iyice sinirlendirince kaldığım yerden devam ettim; - Gıy gıy gıy… İçim bayıldı. Yeter artık. Aloooo… Size diyorum! - Aslında o kadar da kötü değildir klasik müzik. Bu ince ve narin ses, hemen sağ tarafımdan geliyordu. Sinirli ve bezgin ifa